Bilinç,
zihin ile aynı şey olmasa da, bir çok yönü ile kavramsal olarak ona bağlıdır.
Bilinci açıklamak zihni de açıklamamız gerekmektedir. Algılama, hissetme, arzu
etme, niyet etme, düşünme ve hatırlama gibi karmaşık zihinsel eylemlerimiz insan
bilincinin paradigmatik örnekleridir. Bilinç, bunlardan bağımsız olarak var
olamaz.
Bazı
filozoflar, bilinçli zihinsel süreçlerimize "ayrıcalıklı erişim" ya da "anında
farkındalık" adını vermişlerdir. Örneğin, karnımızın ağrıdığını biliriz, yada
bir kedi almak istediğimizi biliriz. Kendi algılarımızın, hislerimizin,
arzularımızın, niyetlerimizin, hatırlamalarımızın vb. varlığını ve karakterini
anlamaya (infer) ihtiyaç duymayız. Bu tür şeyler self-presenting dir. Bu
ikinci-düzey bilinç daha fazla yada az kısıtlı, odaklanılmış ve net olabilir.
İkinci-düzey bilinçlilik, self-bilinçle kastedilen şeydir ve insan zihnini
hayvanlarınkinden ayıran şey olarak vurgulanır. Buna "içebakış" yada "içsel his"
(inner sense) denilir ve zihnimizi aramamıza yarayan bir ışığa benzetilir.
İçebakışsal ikinci düzey bilinçli deneyimlerimiz gibi zihinsel süreçlerimizin
kendini temsil eden doğasının altında yatan nedenleri açıklayan nörofizyolojik
durumlar da vardır. "Blindsight" adı verilen ve "amnezi sendromu" olan
hastalarla yapılan çalışmalar buna örnek teşkil etmektedir. Bu hastaların,
öğrenme ve çeşitli performanslar sergileme kapasiteleri vardır fakat bunları
yaptıklarının farkında değilmiş gibi gözükmektedirler. Normal algısal ve
bilişsel yeteneklere sahip bir amnezik hasta, anı anına bazı şeyleri
hatırlayamıyor olabilir. Görsel girdilerin algılandığı bölge olan serebral
kortekslerinde hasar olan blindsight vakaları görsel alanlarının bir bölümünü
tamamen görememektedirler. Bu hastalardan bazıları herhangi bir görsel algılama
olmaksızın, bu göremedikleri alandaki bazı basit paternleri ayırt
edebilmektedirler. Kendilerine sorulduğunda, kör noktada bulunun şeyler hakkında
sorulan soruların cevaplarını yalnızca tahmin ettiklerini söylemektedirler.
Psikolog Larry Weiskrantz bilinçteki bu bilgi kayıplarını, seri bilgi işlemleme
zincirini kontrol etme kapasitesi olan bir izleme (monitoring) sistemi ile olan
bağlantı kaybı ile açıklamaktadır. Ona göre bilinçliliği oluşturan da, bu
tanımlanmamış sistemdir. Akla bu sistemi kimin kullandığına ilişkin bir soru
gelmektedir. Bu sistemi yöneten başka bir sistem daha mı vardır? Böyle ise
bilinci yöneten bir sistemin işleyişi nasıl açıklanabilir? Bu soru yanıtlansa
bile, bu mekanizmanın tanımlaması bilincin kendi doğasını değil, bazı nedensel
nöral durumları açıklayabilecektir.
Ortada
bir bilinç söz konusu olunca bu bilince sahip bir öznenin varlığından da
söz etmek gerekir. İster insan isterse kedi, maymun yada yarasa gibi başka bir
canlı olsun, özne için "içeriden gelen" (from the inside) bir şey söz
konusudur. Bilinç, içsel bir yaşamı olan bir tür özne içermekte ve
gerektirmektedir. Bir yarasa yada bir kedi gibi olmanın ne demek olduğunu
anlayabilmemiz çok zor gözükmektedir.
Bir
öznenin bilinç durumları bazı niteliklerde ve şiddetlerde çeşitlilik
gösterebilir. Uykuya daldığımızda tamamen ayık olduğumuza göre daha az bilinçli
olduğumuzu biliriz. Bilinçliliğin derecelerini ortaya çıkaran çeşitli kriterlere
sahibizdir. Bazen bunlar diğerlerinin görünüşlerini ve davranışlarını
incelememizden oluşan basit gözlemlerden oluşabilir. Bazen de doktorların
kullandıkları Glasgow Koma Ölçeğinde (3 ile 15 arasında bir puan alınabilir)
olduğu gibi klinik saptamalar içerebilir. Bu ölçekte çeşitli motor tepkiler,
sözel yetenekler vb. ölçülür.
Bilincin düzeyleri fikri problematik görünmemektedir. Fakat bilincin nerede
bittiği ve başladığı sorundur. Düşüncelerimizin, niyetlerimizin, arzularımızın
bilinçli olanlar olduğunu farzederiz. Bir düşünce, niyet yada arzu bilinçsiz
olmaktan çok bilinçlidir ve bizim deneyimlerimize dayanır. Aynı tip düşünce,
niyet yada arzular belli zamanlarda dikkatimizin odağında olurken bazı
zamanlarda olmaz. Bu yolla etrafımızda dolaşıyormuş gibi görünürler. Ama bütün
zihinsel olaylar, eylemler ve süreçler eşit derecede hareketli gözükmezler.
Örneğin belirli şiddetteki hislerin ve duyguların, kanal cerrahisinde hissedilen
acı da olduğu gibi, kaçınılmaz olarak bilincinde oluruz. Ve böyle bir acının
daha sonra hatırlanması aynı hissi veremez. Bilinçli ve bilinçsiz zihinsel
olayların veya durumların arasındaki zıtlık bizim duyusal-bilişsel-duygusal
repertuarımıza tam olarak uygulanamaz. Bu, bizim bilinçsiz kavramlar,
düşünceler, kurallar yada prensipler olup olmadığını sorgulamamıza yol açar.
Plato, Descartes ve diğerleri, insan öğrenmesinin doğuştan gelen çeşitli
fikirlerin ve prensiplerin bilinçsiz bileşiminden oluştuğunu
söylemişlerdir.fakat on yedinci yüzyılda empirisist filozof J. Locke, bilincinde
olmadığımız düşüncelerin var olduğunu söylemenin çelişkili olacağını söyler.
Rasyonalist Leibniz bilinç dışı zihinsel prensiplerin bilgiyi edinmemizde bir
rol oynadığını söylemiştir. Ona göre mantık aritmetik ve geometri aksiyomları
donanımı ile dünyaya gelmişizdir. Ve bu tür prensipler bizim diğer akıl
yürütmelerimizin içerisine dahildir. Bu fikirler vardırlar ama gözükmezler.
Çağdaş dil bilimci-filozof Noam Chomsky dil kazanım sürecinin altında yatan
bilinçdışı, söz dizimsel kuralların varlığından söz eder. Ve bunların bir çoğu
bilinçli eylemlerimize doğrudan girmez.
Bilinçli ve bilinçsiz organizmalar yada sistemler arasındaki çizginin nereye
çizileceği konusunda bir konsensus sağlanamamıştır. Bilincin insanoğlunda ve
diğer hayvanlarda açıkça var olduğu, bazı düşük seviyeli organizmalarda
tartışmalı bir şekilde var olduğu ve inorganik varlıklarda kesinlikle var
olmadığı söylenmektedir. Fakat günümüzde algılama, düşünme ve anlama gibi
süreçlerin bazı inorganik makinelerde var olduğu bilinmektedir. Bu çalışmalar
insanın bilişsel süreçlerinin özünün fiziksel sembol manipülasyonlarından
oluştuğu fikrini göstermektedir. Fakat bilgisayarlar onları kullanan bilinçli
bir insan olmadan çok fazla bir şey yapamazlar. Bir hesap makinesi yada çok
gelişmiş bir bilgisayar bir kremadan yada ataçtan daha bilinçli değildir. Eğer
bilinçli ve akıllı bir robot yapabilmek mümkünse bunun robot için "içeriden" (from
the inside) olması gerekir. Yani kedi ve yarasa olayında olduğu gibi buna
doğrudan erişebilmemiz mümkün değildir. Epifenomenolojizm bilincin varlığını
kabul ederken bizim davranış örüntülerimizdeki nedensel rolünü reddetmektedir.
Bilinç yol yapım çalışmalarında bayrak tutan bir kişi gibi çalışır. Vardır ama
bir iş yapmıyordur. Davranışçılık, zihni çeşitli şekillerde yapılan
davranışlarla açıklamaya çalışır. Davranışçılığın bu yaklaşımına itiraz olarak
şu şaka söylenmektedir: bir davranışçı yolda başka bir davranışçıya rastlar ve
şöyle der: "sen iyi hissediyorsun. Ben nasıl hissediyorum?" aslında görünüşümüze
ve davranışımıza bakmadan genellikle nasıl hissettiğimizi biliriz. Eliminatif
materyalizm bilinç durumlarımızı Epifenomenolojizmden ve davranışçılıktan daha
radikal bir şekilde alır. Bu yaklaşıma göre bilincin doğası nörofizyolojiktir:
acı içerisinde olmak, kırmızı görmek, kaygılı hissetmek ve benzeri süreçler
gibi.